Mimar Sinan

Mimar Sinan, çocukluğunda Ağırnas'tan devşirme olarak yeniçeri ocağına alınmış, İstanbul’da bir süre eğitim görerek taşra hizmetinde yer almıştır. Acemioğlanlık dönemi 1512 ile 1521 yılları arasında olmak üzere en fazla dokuz yıl sürmüştür.[1] Yavuz Sultan Selim’in saltanatına rastlayan bu yıllarda, İran ve Mısır seferleri, Çaldıran (1514), Merc-i Dabık (1516), han Yunus (1516), Ridaniye (1517) meydan savaşları yapılmıştır. Mimar Sinan bu dönemde Kapı’ya çıkarak (1521) Belgrat seferine yeniçeri unvanıyla katılmıştır.[2] Rodos (1522) ile Mohaç (1526) seferleri arasında atlı sekbanlığa atanmıştır. Mohaç seferinde acemioğlanları yayabaşısı, bundan bir müddet sonra Kapıyayabaşılığına yükseltilmiş, Viyana (1529) seferinde de zemberekçibaşılığa yükseltilmiş, Bağdat (1534) seferinde de Haseki olmuştur. Korfu ve Pulya (1538) ve Boğdan (1538) seferlerinden dönüldükten sonra mimarbaşılık görevi verilmiş ve üç padişah döneminde – Kanuni Sultan Süleyman, Sultan II. Selim, Sultan III. Murat – mimarbaşılık görevinde kalmıştır.[3]

Sinan'ın katıldığı askeri seferler, bir yandan onun yeniçeri ocağı içerisinde ilerlemesini sağlarken, bir yandan da geleceğin mimarına çağının önemli kentlerini görme ve tanıma olanağını veriyordu. Sinan'ın sefer yolları üzerindeki mimari anıtları incelediğine ve gördüklerini ileride yararlanmak amacıyla değerlendirdiğine şüphe yoktur. Çünkü askerlik yaşamının son aşamasında onun Hassa baş mimarlığına atanması rastlantıya bağlanmaz. Sinan, mimarlığı çok önceden aklına koymuş, acemi oğlanlık döneminden başlayarak kendini yapı sanatına hazırlamıştır. Acemi ocağında edindiği ‘’dülgerlik sanatı’’[4], giderek yapı ustalığına dönüşmüş, inşaat işlerinde çalışırken mimarlığı ustalardan görerek öğrenmiş, katıldığı seferlerde köprü, kale gibi askeri amaçlı tesislerin yapımında ve ele geçirilen kentlerdeki en önemli anıtların onarımında çalışarak, bilgi ve deneyimini arttırmıştır.[5]

Mimar Sinan bu yöndeki kendi düşüncelerini ve bu konuda ne kadar bilinçli ve ne kadar alçak gönüllü bir insan olduğunu ve mimarlık konusunda kendisini nasıl geliştirdiğinin ipuçlarını kendi ağzından Sai Çelebi’ye yazdırdığı Tezküret’ül Bünyan’da şöyle ifade etmektedir: “Ben, Tanrı’nın bu değersiz kulu, Sultan Selim Han’ın gülbahçesini andıran saltanat yıllarında devşirildim. Kayseri sancağından erkek çocuğu devşirilmesi o devirde olmuştur. Acemioğlanlığın kurallara uygun yollarını izleyerek, dülgerliğe kendi isteğimle girdim. Ustalarımın yanında yılmadan sürekli çalışıp, mesleğimle ilerlemeyi amaçladım. Yükselmek ve kendimi göstermek için fırsat gözledim. Bu sıradaki en büyük isteğim ülkeler gezip görgümü arttırmaktı. Bir süre sonra padişahın (Yavuz Sultan Selim) hizmetinde Arap ve acem ülkelerini baştanbaşa gezmek imkânı buldum. Bu sırada gördüğüm her binadan, her harabeden bilgi edinip yeniden İstanbul’a döndüm. Daha sonra dönemin önde gelenlerinin hizmetinde bulundum ve Yeniçeri olarak kapıya çıktım.”[6]

Mimar Sinan, Sultan Süleyman’ın İran seferi esnasında, Van gölü üzerinde gemilere ihtiyaç duyulması üzere, gemilerin yapım görevinin Mimar Sinan’a emretmiş, Sinan ve arkadaşları, kısa zamanda üç kadırga yaparak, içine top, tüfek yerleştirerek savaşa da hazırlamıştır. Sultan Süleyman’ın Karaboğdan seferinde de, Prut nehri kıyısına gelindiği zaman karşıya geçilmesi için diğer kişilerin sağlam köprüler yapamayıp, köprülerin sürekli yıkılması üzerine, Mimar Sinan bu görevi alarak on üç günde sağlam bir köprü yaparak padişahın ve Lütfi paşanın takdirini kazanmıştır. O dönemde, saray başmimarı Acem Ali’nin vefat etmesi üzerine, baş mimarlık görevi boşalmış ve Lütfi Paşa’nın da tavsiyesi üzerine Mimar Sinan saray başmimarlığına getirilmiştir.[7]

Mimar Sinan, yaşadığı süre ve başmimar olduğu dönem içerisinde, pek çok cami, mescit, kervansaray, hamam, türbe, köprü, su kemeri, imaret, medrese, darüşşifa ve saray yapmıştır. Yaptığı bu yapıların kesin sayısı netlik kazanmamıştır. Mimar Sinan’ın ağzından arkadaşı Mustafa Sai Çelebi tarafından kaleme alınan, Tezkiret ül- Bünyan, Tezkiret ül-Ebniye ve Tuhfet ül- Mimarin’de Mimar Sinan’ın yaptığı belli eserlerin sayısında farklılıklar göstermektedir. Farklılıklara karşın Sinan’ın çağdaşı olan veya olmayan tüm deha mimarlardan daha çok eser verdiği muhakkaktır.

Tezküret ül-Bünyan’da yer alan Mimar Sinan’ın eserleri sayısıyla: 81 cami, 50 mescid, 55 medrese, 7 darülkurra, 19 türbe, 14 imaret, 3 darüşşifa, 6 suyolu-kemer, 8 köprü, 16 kervansaray, 33 saray, 6 mahzen, 37 hamamdır.[8]

Tezküret ül-Ebniye’de yer alan eserlerin sayısı: 84 cami, 52 mescid, 57 medrese, 7 darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 6 suyolu-kemer, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 saray, 8 mahzen, 52 hamamdır.[9] Tuhfet ül-Mimarin’de yer alan Sinan eserlerinin sayısı ise 112 cami, 45 mescid, 69 medrese, darül hadis, darül kurra, 19 imaret, 3 darüşşifa, 29 saray, 6 su kemeri, 7 köprü, 5 köşk-kasır, 40 hamam, 6 mahzen, 24 kervansaray, handır.[10]

Dört padişah dönemine tanıklık eden üçü döneminde de mimari faaliyet yürüten Mimar Sinan Sai Çelebi’nin kaleme aldığı eserde,

Mimar Sinan’ın;

‘‘Kalfalığımı İstanbul’daki Şehzade Camiinde yaptım; ustalığımı da Süleymaniye Camiinde tamamladım. Fakat bütün gücümü bu Sultan Selim Han Camiine sarf edip, uzmanlığımı gösterdim ve anlattım.

Öyle büyük bir camii yaptım ki Edirne içinde bütün halkın beğenisine layıktır’’[11] demiştir.

Atatürk 1935 yılında, Dolmabahçe Sarayı’nda Türk Tarih Kurumu yetkilileri ile yapılan bir toplantıda Mimar Sinan hakkında geniş kapsamlı bir araştırma yapılmasını da önermiştir. Atatürk, toplantı esnasında tartışmaları izlerken, bir kâğıt üzerine “Türk Tarih Kurumu Sinan’ın heykelini yaptırınız” şeklinde not yazmıştır. Bu vasiyet üzerine Mimar Sinan’ın heykeli Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Binası bahçesine konulmuştur. Mimar Sinan'ın ilk anıtı olan heykel 1956 yılında Türkiye Emlak ve Kredi Bankası tarafından Heykeltraş Hüseyin Anka Özkan'a yaptırılmıştır. Heykelin ağırlığı 7 ton yüksekliği 4,99 metredir.